Sosyal Medya

Güncel

Mehmed Âkif’den bugün ve yarınlara - Selahaddin E. ÇAKIRGİL

Mehmed Âkif, kendisini 11 yıl sürgüne gönderdiği Mısır’dan İstanbul’a dönmüş ve hasta yatağında birkaç ay yattıktan sonra, nihayet dünyaya 27 Aralık 1936 günü vedâ etmişti; yani, 80 yıl önce..



Âkif,bir bir san’atkâr, edebiyatçı, bir ÅŸair, bir duygu veya tefekkür adamı gibi özelliklerin her birisini taşıyordu üzerinde, ama bu sıfatların hiçbirisi Ã‚kif’i tek başına ifade edemez.

‘Åži’riçin gözyaşı derler onu bilmem, yalnız,

Aczimin giryesidir (gözyaşıdır) bence bütün âsârım (eserlerim)

Ağlarım ağlatamam; hissederim söyleyemem;

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım(ÅŸikayetçiyim) mısraları onun iç dünyasını çok net anlatır.

***

O, ‘san’at olsun, edebiyat olsun’ gibi kaygılarla deÄŸil de, yüreÄŸinden koptuÄŸu gibi söyleyen, yazan, bizim nesillerimizi tefekkür ve inanç açısından, ‘didaktik / öğretici’ ÅŸiirler yazan bir isimdi. Edebiyatla ilgilenenlerimizden, onun birkaç mısraını bilmeyen herhalde yoktur. O bu açıdan, türkçe Ä°slamî edebiyatta, ‘2. Yûnus Emre’ gibidir. 

O bizim son asırlardaki hüsranlarımızın terennümcüsü olmanın acısını ve içinde yaşadığı fırtınaları yansıtırken şöyle demişti:

‘Virânelerin bekçisi baykuÅŸlara döndüm,

Gördüm de hazânında bu cennet yurdu..

Gül devrini göreydim, bülbül olurdum,

Beni evvel göndereydin Yâ Rabb, n’olurdu?’

***

Denilebilir ki, Ã‚kif’in en büyük hüsranı, zafer kazanıldığını zannetmesinden sonra karşılaÅŸtığı korkunç tablodur.

Çünkü ‘devlet-i ebed-müddet’ / sonsuzluÄŸa kadar yaÅŸayacak olan devlet’ anlayışının bir hayâle dönüştüğü, korkunç felaketlerin yaÅŸandığı bir dönemden sonra, kaybedilen vatan topraklarının en azından bir kısmının kurtarıldığı umulurken, (Necîb Fâzıl merhûmun ‘Bir hayata çattık ki, hayata kurmuÅŸ pusu...’ mısraında en çarpıcı ÅŸekilde dile getirilen)  bütün ümid ve hayalleri alt-üst eden yeni bir merhaleye varılmıştı. Ã‚kif, bu felaketli tablo karşısında, âdeta dilini yutmuşçasına, ebkem / suskun, küskün, kırgındır. Feryatları artık sessizdir ve içinde kopan fırtınaları mısralara dökmemektedir.

***

Ama onun ÅŸu mısralarına bakıp, ‘Daha ne yazsındı..’ da denilebilir: 

‘Yürekler ürperir Yâ Rabb, ne korkunç inkılab olmuÅŸ,

Ne din kalmış, ne iman; din harâb, iman turâb olmuş.. (...)

Hayâ sıyrılmış, inmiş; öyle yüzsüzlük ki her yerde..

Ne çirkin yüzler örtermiÅŸ meÄŸer bir incecik perde! (…)

‘His’ denen devletliden olsaydı halkın behresi / (nasibi)

Payitahtından bugün taÅŸmazdı sarhoÅŸ nâ’resi!’

Ama öyle deÄŸil.. Çünkü, Ã‚kif’in bu yakınması, ‘kemalist inkilab’lar için deÄŸil, ondan 15 sene öncelerdeki 2. MeÅŸrutiyetdönemi sonrasına, 1913’lere aittir. 

***

Âkif’i böylesine ÅŸoke eden ve cumhûr’un / halkın ekseriyetinin iradesi adına ama gerçekte cumhûr’un rıza ve haberinin bile olmadığı jakobenist/ tepeden inmeci ve dâraÄŸaçları kurularak ve daha çok da gardrob devrimi ÅŸeklinde sergilenen ve büyük sosyal travmaların sosyo-psikolojik darbeleri karşısında, Ankara’da oluÅŸan rejimin etki alanından çıkıp, artık ülkenin yeni sınırları dışında kalmış olan eski 400 yıllık vatana, Mısır’a doÄŸru;

‘Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem,

Gelenin keyfi için, geçmiÅŸe kalkıp sövemem..’

diyerek sessizce yola çıkışı, evet, bir hüsranın sonucuydu.

Çünkü o, artık bir mürteci idi, geri ve dar kafalı sayılıyordu.

***

Âkif’in, ruh dünyasında öyle büyük fırtınalar yaÅŸamış olmalıdır ki, ilk gençlik yıllarından itibaren hiçbir haksızlık karşısında susmamışken, 63 yıllık ömrünün son 10 yılında bir suskunluk dönemine girmesi; hele, 2. Abdulhamid için yazdığı çok ağır yergi ÅŸiirleri ortadayken, Ankara Sultanlığı için tek kelime yazmaması da ilginçtir, hayret vericidir.

1923 rejimi liderlerinin, en küçük bir sosyal kıpırdamadan bile vehme kapılıp, muhaliflerini hemen Ä°stiklal Mahkemesi’ne göndermesinden mi korkmuÅŸtur, Ã‚kif? Bunu söylemek de ona haksızlık olur..

Ama onun bir hüsran kasırgası içinde Mısır’a gittiÄŸi, açık..

(Bu konuya yarın da devam edelim, inşaallah..)

STAR

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.